7.Bölüm
Fakat onlar uyuyamadılar.Beklediler ve dinlendiler.Sonunda bay White ayağa kalktı ve mumu aldı çünkü karanlık onu daha da korkutmuştu.
Aşağıya indi fakat birden bire ön kapıdan ses duydu.Bu sefer koştu ve yukarıya çıktı.Yatak odasına gelip arkasından kapıyı kapattı.Ama ses yeniden geldi.
‘O nedir ?’ dedi bayan White ve yatakta durdu. ‘Hiçbir şey.Tekrar uyu.’ Diye cevap verdi bay White.Bayan White dinliyordu-ve ses yeniden geldi.
‘O Herbert !O Herbert’ diye bağırdı bayan White ‘Ona kapıyı açacağım’ dedi.
Yataktan kalktı ve odanın kapısına koştu.Bay White ondan önce oraya geldi ve onu durdurdu. ‘Hayır !’ dedi ‘Biraz düşün!’
‘Ama o benim oğlum !O herbert.’ Dedi yaşlı kadın.’Hayır !Gitme,gitme…’ dedi kocası tekrar.Fakat bayan White onu dinlemedi,yatak odasının kapısını açtı ve odadan çıktı.
‘Geliyorum Herbert.Geliyorum !’ diye bağırdı.Bay White peşinden koştu. ‘Dur !’ diye bağırdı.’Hatırla Herbert makinenin içinde öldü !Onu görmek istemezsin !’
Biraz sonra bayan White durdu ve kocasına baktı ama sonra ses tekrar geldi ve aşağıya koşmaya başladı.
‘Yardım et !Yardım et !’ diye bağırdı bayan White kocasına.Ama bay White kıpırdamadı. ‘Pençe !’ diye düşündü. ‘Maymun pençesi nerede ?’
Yaşlı adam geriye yatak odasına koştu.’Çabuk’ diyordu içinden. ‘Nerede bu ?’ ilk başta karanlıkta bulamadı.Ve işte !Oradaydı !Bay White onu aldı !
O sırada aşağıdan karısını duydu.’Bekle !Bekle Herbert !Ben geliyorum’ bayan White bağırıyordu.Bayan White ön kapıyı açıyordu.O sırada bay White maymun pençesini sağ eline aldı ve 3. dileğini diledi.
Bayan White uzun süre mutsuz şekilde ağladı ve kocası karısı için aşağıya indi karısı açık kapıda bekliyordu.Bay White kızgın bir şekilde dışarıya baktı.
Yol karanlık ve sessizdi ve orada kinse yoktu…
Üç gün sonra,yaşlı çift evlerinin 2 mil uzağındaki yeni ve büyük mezarlıkta oğullarına güle güle dedi.Ve sonradan karanlık evlerine geri döndüler.Herbert’sız yaşamak istemediler.Fakat iyi bir şey olacağını düşündüler ve bir şeyin onlara yardım edeceğini beklediler.Günler çok yavaş geçti.Bazen hiç konuşmadılar çünkü Herbert’sız konuşacak bir şey yoktu.Ve günler çok yalnız geçiyordu.
O sırada,bir gece,yaklaşık bir hafta sonra bayan White uyuyamadığı için yatağından kalktı ve pencerenin kenarına oturdu.Seyretti ve çocuğunun gelmesini bekledi.O gelmiyordu ve bayan White ağlıyordu.
Karanlıkta kocası onu duydu ve ona seslendi ‘Yatağa gel dışarı soğuk’ dedi. ‘Oğlum için daha soğuk’ dedi. ‘Ve o şuan soğuk mezarlıkta’ dedi karısı
Bayan White yatağa geri dönmedi ama bay White yaşlı ve yordundu,yatak sıcaktı ve sonunda yeniden uykuya daldı.Birden bire karısının ağlamasını duydu. ‘Pençe’ diye bağırdı kadın. ‘Maymun pençesi !’ tekrar yatağa geldi ve orada durdu. ‘Nedir o ? Ne oldu ?’ dedi bay White.Yatağa oturdu ‘Ne oldu’ diye düşündü.Niye karısı heyecanlıydı,’O ne hakkında konuşuyordu’ Ve karısına baktı.Karısının suratı karanlıkta çok beyazdı.Sessizce ‘İstiyorum’ dedi.
Bay White sordu ‘Nedir?Ne?’ bayan White cevapladı ‘Maymun pençesi,nerede o ?’ bay White ‘Aşağıda’ dedi ve ‘Niye ?’ diye sordu.Bayan White gülmeye ve ağlamaya başladı. ‘İki tane daha dileğimiz var’ dedi.
‘Birini aldık fakat iki fazla daha var.’ ‘Oh,hayır!Yine mi?Düşün kadın’ dedi bay White fakat bayan White dinlemedi.
‘Çabuk’ dedi kadın. ‘Git ve pençeyi getir’ ‘Oğlumuzun bize geri dönmesini dileyeceğiz.’ ‘Hayır !‘ dedi bay White. ‘Sen delisin.’ Bayan White tekrar ‘Getir,getir çabuk onu’ dedi.
Sonra bay White tekrar ‘Düşün kadın düşün’ dedi. ‘Oğlumuz uzun süre makinede kaldı ve onu göstermez istemediler bize.’ ‘Düşün onun vücudunu görmek istiyor musun ?’
‘Evet o benim oğlum,ondan korkmuyorum.’
Bay White üzgün bir şekilde ‘Anlamıyorsun’ dedi.Fakat aşağıya inerek maymun pençesini aramaya gitti.
Yatak odası karanlıktı ve bay White’ın mumu yoktu.Yavaşça odanın karşısına geçti ve ellerini maymun pençesi için koydu.Ona dokundu ve hızlı bir şekilde elini çekti.’Hayır !’ diye düşündü.’Herbert’ı görmek istemiyorum !’ ‘Onun suratı makineden sonra…Hayır !’ sonra karısını düşündü.Sonra ellerini koydu ve pençeyi aldı.
Yatak odasında karısı bekliyordu.Bay White’ın elindeki pençeyi gördü ve ‘Çabuk dileğini tut’
‘Yapamam’ dedi bay White. ‘Hatırla o makinede öldü.’ Bayan White ağlayarak ‘Dileğini tut.Ben kendi oğlumuzdan korkmuyorum.’ Dedi.Bay White üzgün bir şekilde karısına baktı ve pençeyi sağ eline aldı ve yavaşça dedi ki ‘Oğlumuzun bize geri dönmesini diliyorum.’ ve en yakındaki sandalyeye oturdu.Fakat bayan White pencerenin yanına gitti dışarıdaki yola baktı.Orada uzun bir süre kaldı ve hareket etmedi.
Hiçbir şey olmadı.Maymun pençesi işe yaramadı. ‘Tanrı’ya şükürler olsun’ dedi bay White ve yatağa geri döndü.Sonra bayan White’da yatağa geri döndü.
5.Bölüm
Yaşlı bayan White evine yavaşça dönüyordu.Kocası baktı ve onun yüzünde ilk defa gördüğü bir şey gördü.
‘Ne oldu ?’ diye sordu kocası. ‘Hiçbir şey’ diye cevapladı karısı ve kahvaltısını bitirmeye oturdu.O Tom Morris hakkında tekrar düşünmeye başladı ve birden bire kocasına ‘Geçen gece arkadaşın çok viski içti.’ Dedi. ‘Maymun pençesi ! Ne hikaye ama ?’
Bay White buna cevap vermedi çünkü o sırada postacı geldi.Onlar için iki mektup getirmişti.Fakat içinde para yoktu.Kahvaltıdan sonra iki yaşlı insan parayı ve maymun pençesini unuttular.O gün saat yaklaşık 13:00 iken bay ve bayan White yemek yediler ve para hakkında konuşmaya başladılar.Çok paraları olmadığından dolayı sık sık bu konuyu konuşma ihtiyacı duyuyorlardı.Bayan White ‘Bu 30.000 pound’a ihtiyacımız var.’ Dedi. ‘Fakat bu gün gelmedi…’ kocası da cevap verdi ‘Bu konuyu kapatalım’ sonradan dedi ki ‘Bu şey hareket etti.’ ‘Maymun pençesi elimde hareket etti.’ ‘Tom’un hikayesi doğruydu.’ Bayan White ‘Dün akşam çok içki içtin belki de maymun pençesi hareket etmedi.’ Dedi kocasına.Bay White kızgın ve ağlamaklı bir şekilde ‘Hareket etti.’ İlk başta karısı cevap vermedi fakat sonradan ‘Pekala,Herbert buna güldü.’ Dedi.Birden bire sustu ayağa kalktı ve pencereye gitti.Kocası ‘Ne oldu ?’ dedi.Bayan White ‘Evin önünde birisi var,yabancı,uzun boylu ve iyi giyinmiş birisi’ dedi kocasına. ‘Evimize bakıyor…Oh hayır…Tamam…Uzaklaşıyor.’ Bay White ‘Gel otur ve yemeğini bitir’ dedi.Yaşlı kadın kocasını dinlemedi. ‘O uzaklaşmıyor,geri geliyor.’diye devam etti konuşmasına. ‘Onu tanımıyorum.O bir yabancı.Evet iyi giyinmiş…’ birden bire bayan White durdu çok heyecanlıydı. ‘kapıya geliyor belki parayı getiriyordur.’
Odadan dışarı koşarak ön kapıyı açmak için odadan çıktı. ‘Uzun,iyi giyinmiş yabancı orada durdu.’ Birkaç dakika bir şey demedi fakat sonradan konuşmaya başladı. ‘İyi günler,bay ve bayan White’ı arıyorum.’ Yaşlı kadın ‘Ben bayan White,sizin için ne yapabilirim ?’ ilk başta yabancı cevap vermedi.Fakat sonradan ‘Bayan White ben ‘Maw And Meggins’denim.İçeri gelip sizinle konuşabilir miyim ?’
Maw And Meggins büyük bir fabrikaydı ve Herbert White orada makine bölümünde çalışıyordu.
‘Buyurun içeriye gelin’ dedi bayan White. ‘İyi giyinmiş yabancı adam onların küçük oturma odalarına girdi.Ve bay White ayağa kalktı. ‘Siz bay White mısınız ?’ dedi yabancı ve devam etti. ‘Ben Maw And Meggins’denim.’ Bayan White yabancıya baktı ve düşündü ‘Belki para ondadır…’ ‘Fakat neden Maw And Meggins ?’ ve suratı da çok üzgündü… ‘Neden ?’ birden bire yaşlı kadın korktu ‘Lütfen oturun’ dedi bay White,ama şimdi karısı bekleyemiyordu. ‘Ne oldu ?’ diye bağırdı. ‘Yoksa Herbert…’ kadın sorusunu tamamlayamamıştı.Yabancı onların yüzüne bakamıyordu ve bay White da korkmaya başladı. ‘Lütfen bize söyleyin’ dedi bay White ‘Çok üzgünüm’ Maw And Meggins den gelen adam başladı.Bir dakikalığına sustu ve yeniden konuşmaya başladı. ‘Çok üzgünüm ama bu sabah fabrikada bir kaza oldu…’
Bayan White tekrar ağlayarak. ‘Ne oldu ?’ ‘Herbert iyi mi ?’ Yabancı adam ‘ııı’ dedi yavaşça. ‘Hastanede mi o ?’ diye sordu bayan White. ‘Evet fakat…’ yabancı adam bayan White’ın yüzüne baktı ve durdu.Bay White sakince ‘O öldü mü ?Herbert öldü mü ?’
‘Öldü mü ?’ dedi bayan White ağlayarak. ‘Oh hayır…Lütfen…ölmesin! Herbert olmasın!
Birden bire yaşlı kadın durdu ve yabancının suratına baktı.O sırada iki yaşlı insan biliyorlardı.Onların oğlu ölmüştü.Yaşlı bayan White sessizce ağlamaya başladı.Bay White’da kollarını sardı.Biraz sonra Maw And Meggins den gelen adam ‘Makineydi-kazaydı.’ Dedi. ‘Herbert yardım edin diye bağırdı.Adamlar onu duydu ve hemen ona doğru koştular ama bir şey yapamadılar sonra makinenin içindeydi.Çok üzgünüm’ dedi ve bitirdi.Bir veya iki dakika oda sesiz kaldı.Ve sonunda bayan White ‘Oğlumuz !Öldü !’ dedi.’Bir daha onu hiçbir zaman göremeyeceğiz.Onsuz ne yapacağız ?’
‘O bizim oğlumuzdu,biz onu sevdik’ dedi kocası.Ve bay White yabancıya ‘Onu görebilir miyiz ?’ ‘Lütfen beni ona götürün,oğlumu görmek istiyorum.’ Fakat yabancı hızla cevapladı. ‘Hayır !’ dedi. ‘Görmemeniz daha iyi olur.’ ‘Makineyi hemen kapatamadılar,uzun süre makinenin içindeydi.İlk başta onu çıkaramadılar.O…’ Adam durdu ve dedi ki ‘Onu görmeye gitmeyin !’
Yabancı pencereye doğru gitti çünkü iki yaşlı insanın suratını görmek istemiyordu.Hiçbir şey söylemedi ama bir süre ayakta kalıp belli bir süre bekledi.Sonra yaşlıların yanına döndü ve tekrar konuşmaya başladı ‘Söylemem gereken bir şey daha var.Oğlunuz altı yıl Maw And Meggins de çalıştı ve çok iyi bir işçiydi.Şimdi Maw And Meggins size bu üzgün anınızda yardım etmek istiyor.’ Ve yabancı yine sustu.Bir dakika sonra yeniden konuştu. ‘Maw And Meggins size biraz para vermek istiyor.’ Sonra bay White’ın eline bir şey koydu.
Yaşlı bay White elindeki para bakmadı.Yavaşça kalktı ve yabancıya baktı,korktu. ‘Ne kadar ?’ dedi bay White çok sessizce.Cevabı duymak istemiyordu. ’30.000 pound’ dedi yabancı.
4.Bölüm
Sonraki sabah kış güneşi camdan içeri giriyordu ve ev ılık ve güzel hissediliyordu.Bay White iyi hissediyordu karısına ve oğluna güldü.Aile kahvaltıya oturdu ve gün hakkında konuşmaya başladı.Maymun pençesi canım kenarındaki küçük masanın üzerindeydi ama kimse ona bakmıyor ve onun hakkında konuşmuyordu.
‘Bu sabah alışverişe gideceğim.’ dedi bayan White. ‘Güzel akşam yemeği için bir şeyler almak istiyorum.Benimle gelir misin ?’ diye sordu kocasına. ‘Hayır sakin bir sabah geçireceğim.Okuyacağım,’ diye cevap verdi kocası.
‘İyi,bu akşam dışarı çıkmayacağım,’ dedi Herbert. ‘O yüzden bu gece erken yatalım.Geçen gece çok geç yattık.’ü
‘Ve maymun pençeleri hakkında hikayeler olmasın!’ dedi bayan White kızgındı. ‘Neden arkadaşını dinlemiyoruz?’ dedi kocasına. ‘Bir maymun pençesi sana bir şey veremez!’ bayan White durdu fakat iki erkekte ona cevap vermedi. ’30.000 pound!’ dedi bayan White sessizce. ‘Bu paraya ihtiyacımız vardı.’
Hemen sonra Herbert saate baktı ve ayağa kalktı. ‘işe gidiyorum.’ Dedi. ‘ Muhtemelen postacı parayı mektubun içinde sana getirir. ‘Unutma,ondan birtakım şey isterim.’Herbert güldü ve annesi de güldü.
‘Gülme evlat.’ dedi bay White. ‘Tom Morris eski bir arkadaş ve onun hikayeleri doğrudur.Muhtemelen buda…’
‘Peki,bana da biraz para saklayın.’ Dedi ve tekrar güldü Herbert.
Annesi de güldü ve ona kapıya kadar eşlik etti. ‘Görüşürüz anne’ dedi Herbert mutlulukla. ‘Bu akşam ki güzel yemek için marketten bir şeyler al.İşten sonra acıkırım.’
‘Seni biliyorum.’ Diye cevapladı bayan White.Herbert evden ayrıldı ve yol boyunca hızlı hızlı yürüdü.Annesi kapıda oturdu ve onu biraz izledi.Kış güneşi sıcaktı ama o aniden üşüdü.
3.Bölüm
Neredeyse gece olmuştu.Oturma odaları sıcaktı,iki yaşlı insan ve oğulları oturuyorlardı ve askerin hikayeleri hakkında konuşuyorlardı. ‘Hindistan harika bir ülke,’ dedi bay White 'ne kadar ilginç hikayeler!Güzel bir akşamdı.’
‘Evet’ dedi Herbert.’Morris ilginç hikayeler anlattı,ama,elbette onların çoğu doğru değildi.’
‘Oh Herbert’ dedi bayan White.
‘Güzel,anne Maymun Pençesi hakkındaki hikaye doğru değildi.Kirli,küçük Maymun Pençesi sihirli değil!Ama,bu güzel bir hikayeydi.’ve güldü Herbert.
‘Haklı olduğunu düşünüyorum,Herbert’ dedi annesi.’Bilmiyorum.’dedi bay White aniden.’Muhtemelen hikaye doğruydu.Bazen inanılmaz şeyler olabiliyor.’Bayan White kocasına baktı ve dedi ki ‘Pençe için Tom Morris’e para verdin mi?’
‘Hiçbir şeye verecek paramız yok!’Bayan White kızgındı.
‘Peki,tamam’ diye cevapladı kocası.’Verdim,ama çok fazla değil ve ilkinde almak istemedi.Maymun Pençesini geri istedi.’
‘Tamam,onu almadı.’Güldü Herbert.’Artık o bizim pençemiz ve mutlu,zengin olacağız.Gel baba.Dilek tut!’
Yaşlı bay White cebinden pençeyi aldı.’Tamam,Herbert ama ne soracağım?Her şeye sahibim-sen,annem.Neye ihtiyacım var?’
‘Para elbette’ diye cevapladı aceleyle Herbert.’Paraya ihtiyacımız var!Her zaman para hakkında düşünüyorsun.Sahip olamadıklarımızdan çok çok önemli o.Para ile bu evi ödeyebilirsin.Senin evin olur!devam et baba 30.000 pound dile baba.’
Herbert konuşmasını kesti ve yaşlı babası,birkaç dakika düşündü.Oda sessizdi ve penceredeki yağmurun sesini dinliyorlardı.
Sonra bay White Maymun Pençesini sağ eline aldı.Korkmuştu,ama karısına baktı ve karısı ona güldü.
‘Devam et’ dedi karısı.Yavaşça ve dikkatlice dedi ki bay White,’30.000 pound diliyorum.’Aniden ağlamaya başladı,bayan White ve Herbert ona koştular.
‘Ne oldu baba?’ diye sordu Herbert.’Hareket ediyor!’Bay White bağırdı.’Maymun Pençesi-o hareket ediyor.’
Pençeye baktılar.O şimdi yerdeydi ve yaşlı adamın elinde değildi.Aile onu izledi ve beklediler-ama o bir daha kıpırdamadı.
Bu yüzden küçük aile tekrar oturdu ve beklediler.Hiç bir şey olmuyordu.Camda ki yağmurun gürültüsü daha da kötüydü ve küçük oturma odaları güzel ve sıcak hissedilmiyordu.Bayan White dedi ki ‘Burası soğuk.Yatağa gidelim.’
Bay White cevap vermedi ve bittiğinde Herbert dedi ki ‘Pekala,para yok baba.Arkadaşının hikayesi doğru değildi.’ Bay White yine cevap vermedi.Yavaşça oturdu ve hiç bir şey söylemedi.
Biraz sonra bayan White kocasına dedi ki ‘iyi misin ?’
‘Evet evet’ diye cevapladı yaşlı adam,’ama bir iki dakikalığına korktum.’
‘Peki,bu paraya ihtiyacımız vardı.’ Dedi bayan White.’Ama alamayacağız.Yorgunum.Yatağa gidiyorum.’Sonra bayan White yatağa gitti,iki adam oturdu ve..’
Sonra Herbert dedi.’Peki baba bende yatmaya gidiyorum.Muhtemelen para yatağının altındaki çantadadır.İyi geceler baba.’Herbert güldü ve oda dan çıktı.
Yaşlı bay White uzun süre soğuk oturma odasında oturdu.Mum sönmüştü ve karanlıktı.Aniden yaşlı adam camda bir yüz gördü aceleyle tekrar baktı,ama oradaki yüz bu sefer orada değildi.Korkmuştu,yavaşça ayağa kalktı ve karanlık,soğuk odadan ayrıldı.
2.Bölüm (Chapter 2)Sonra bir ara Tom Morris konuşmasını bitirdi ve bay White oğluna ve karısına ‘Tom 21 yıl önce Hindistan’da askerlik yaptı,Hindistan harika bir ülke.’
‘Evet’ dedi Herbert.’Oraya gitmek isiyorum.’
‘Oh,Herbert !’ diye haykırdı annesi.Korkmuştu çünkü oğlunu kaybetmek istemiyordu.
‘Bende Hindistan’a gitmek istiyordum.’Dedi kocası.‘Ama…’
‘O senden daha iyi !’ dedi asker aniden.
‘Ama sen Hindistan’da birçok olay ve hayret verici şey gördün.Bende bir gün onlardan görmek istiyorum.’ Dedi bay White.Asker viskisini koydu ve ‘Hayır!’ diye bağırdı.’Burada dur!’
Yaşlı bay White durmuyordu. ‘Ama senin hikayen ilginç,’ dedi Tom Morris‘e. ‘Maymun pençesi ile ilgili ne söylemiştin ?’
‘Hiç bir şey !’ diye cevap verdi Tom Morris. ‘Yo,…önemsiz bir şey.’ ‘Maymun pençesi ?’ dedi bayan White.
‘Hadi,bay Morris!Onu bize biraz anlatın’ dedi Herbert.Morris viskisini eline aldı ama tekrar yerine koydu.Yavaşça elini ceketinin cebine soktu,White ailesi onu dikkatlice izliyordu.
‘Nedir o ? Nedir o ?’ bayan White bağırdı.Morris hiçbir şey söylemedi.Elini cebinden çıkardı.White ailesi dikkatle izliyordu ve askerin elinde küçük ve tozlu bir şey gördüler.
Bayan White kımıldamadı,korktu ama oğlu,Herbert,onu eline aldı ve inceledi.
‘Güzel,nedir bu ?’ diye sordu arkadaşına bay White. ‘Ona bakın’ diye cevap verdi asker. ‘O küçük bir pençe … Maymun pençesi.’
‘Maymun pençesi ?’ dedi ve güldü Herbert.‘Neden cebinizde bir maymun pençesi taşıyorsunuz bay Morris ?’ diye sordu Herbert yaşlı askere.
‘Pekala,görüyorsun,’ dedi Morris,’Bu maymun pençesi sihirli !’
Herbert yeniden güldü,ama asker dedi ki ‘Gülme,evlat.Hatırla,sen gençsin.Ben şimdi yaşlıyım ve Hindistan’da inanılmaz şeyler gördüm.’Konuşmasını bir süre kesti sonra yeniden ’Bu maymun pençesi garip ve inanılmaz şeyler yaptı.Bu pençeyi yaşlı bir Hindistanlı bir arkadaşıma vermişti.O arkadaşımda askerdi.Bu pençe sihirli çünkü üç insana üç dilek verir.’
‘Muhteşem !’ dedi Herbert.
‘Fakat bu üç dilek mutluluk getirmedi,’ dedi yaşlı asker. ‘Yaşlı Hindistanlı bize bir şey öğretmek istedi – bu hiç iyi bir şey değil.
‘Süper,senin arkadaşının üç dileği mi vardı ?’ diye sordu Herbert yaşlı askere.
‘Evet’ diye aceleyle cevapladı. ‘Ve o üçüncüsünü diledikten sonra öldü.’ Bay ve bayan White hikayeyi dinliyorlardı ve korkuyorlardı,ama Herbert sordu ‘Yani o öldü mü ?’
‘Evet,öldü’ dedi Tom Morris. ‘Ailesi yoktu.Eşyaları bana geldiğinde o ölmüştü.Eşyalarının içinde pençede vardı,fakat bana pençeyi anlatmadan önce ölmüştü.’Tom Morris aniden bitirdi.
‘O zaman onun ilk iki dileği neydi ?’ diye sordu Herbert. ‘O ne yapmak istedi ?’
‘Bilemiyorum,anlatmak istemedi,’ diye cevapladı asker.Bir yada iki dakika herkes sustu,ama yine Herbert dedi ‘Ve sen,bay Morris: senin üç dileğin var mıydı ?’
‘Evet,vardı’ diye cevapladı Morris. ‘Gençtim.Çok şey istedim – hızlı araba,para...’Morris birkaç dakika durdu ve sonra güçlükle dedi ki ‘Karım ve küçük oğlum araba kazasında öldüler.Onlar sız parayı istemiyordum,bu yüzden,bittiği için,dileklerimi kaybettim.Ama bu çok geç oldu çünkü karım ve çocuğum ölmüştü.’
Oda çok sessizdi.White ailesi yaşlı askerin mutsuz yüzünü izliyordu.Sonra bay White dedi ki ‘Neden hala pençeyi saklıyorsun? Ona ihtiyacın yok.Onu başkasına ver.’
‘Onu başkasına nasıl verebilirim ?’ dedi asker. ‘Maymun pençesi beraberinde mutsuzluk getiriyor.’
‘Pekala,onu bana ver.’ dedi bay White. ‘Muhtemelen bu o zaman…’
‘Hayır !’ diye bağırdı Tom Morris. ‘Sen benim arkadaşımsın.Bunu sana veremem.’Bir dakika sonra ‘Bunu sana veremem tabii ki ama onu benden al.Fakat unutma ki maymun pençesi mutsuzluk getirir.
Yaşlı bay White dinlemiyordu ve düşünmüyordu.Aniden,elini çıkardı ve pençeyi aldı.
Tom Morris mutsuz görünüyordu, ama bay White beklemek istemedi.
‘Şimdi ne yapacağım ?’ diye sordu arkadaşına.
‘Evet,gel,baba,’dedi Herbert. ‘dilek tut !’ dedi ve güldü Herbert.Asker hiçbir şey söylemedi ve bay White ona tekrar sordu ‘Şimdi ne yapacağım ?’
Birincisinde cevap vermedi yaşlı asker,sonuncusunda aniden ‘Tamam.Fakat hatırla !Dikkatli ol !düşündüğün dileği tut.’
‘Evet,evet’ dedi bay White.
‘Pençeyi sağ eline al ve dilek tut,ama...’diye başladı Tom Morris. ‘Evet,biliyoruz,’ dedi Herbert. ‘Dikkatli ol !’
Hemen sonra yaşlı bayan White kalktı ve hazırlamaya başladı.Kocası ona baktı.Sonra gülümsedi ve ona ‘Buraya gel.Bana yardım et !Ne dileyeyim?Paraya ihtiyacımız var,elbette.’ Dedi.
Bayan White güldü,ama biraz düşündü ve sonra, ‘Peki,yaşlanıyorum ve bazen her şeyi yapmak zor geliyor.Muhtemelen dört ele ihtiyacım olacak,iki değil.Evet,pençe bana iki el daha versin.’
‘Tamam,sonra,’ dedi kocası ve maymun pençesini sağ eline aldı.Herkes onu izliyordu ve biraz bekledi.Dileğini tutmak için tam ağzını açmıştı.
Bu sırada Tom Morris ayağa kalktı. ‘Bunu yapma !’ diye bağırdı.Yaşlı askerin yüzü bembeyaz olmuştu.Herbert ve annesi güldü,ama bay White Tom’un yüzüne bakıyordu.Yaşlı bay White korkmuştu ve maymun pençesini cebine koydu.
Bir yada iki dakika sonra sandalyeye oturdular ve akşam yemeğini yemeye başladılar.Asker,aileye Hindistan’da geçen inanılmaz ve harika hikayeler anlatıyordu.Maymun pençesini unutmuşlardı,çünkü askerin hikayeleri ilginçti,ona Hindistan’la ilgili bir çok soru sordular.Ta ki Tom Morris gece gitmek için ayağa kalkana kadar.
‘Bu güzel gece için teşekkür ederim’ dedi Morris aileye. ‘Ve bu çok iyi akşam yemeği içinde,’ dedi bayan White’a.
‘Bize çok iyi bir gece yaşattın,Tom,’ diye cevapladı bay White. ‘Hikayelerin çok ilginçti.Bizim hayatımız çok heyecan veri değil ve Hindistan’ı ziyaret edecek paramız yok,bu yüzden yakında yine gel.Bize Hindistan’la ilgili hikayeler anlat.’
Sonra yaşlı asker elini cebine soktu.White ailesine ‘hoşça kalın’ dedi ve yağmurlu havaya çıktı.
1. BölümDışarıda ve soğuk bir hava vardı ve yağmur bir saniye bile durmuyordu.Ama 12 numaralı Kale Sokaktaki küçük oturma odası hoş ve ılıktı.Yaşlı bay White ve onun oğlu Herbert satranç oynuyor ve bayan White oturmuş onları izliyordu.Yaşlı bayan mutluydu çünkü eşi ve oğlu çok iyi arkadaşlardı.O oğlu hakkında ‘Herbert’ iyi bir evlat’ diye düşünürdü.’Uzun zaman onu bekledik ve o doğduğunda ben neredeyse kırkımdaydım,ama biz mutlu bir aileyiz.’Ve yaşlı bayan White güldü.
Bu doğruydu.Herbert gençti ve buna çok güldü.Ama annesi ve babası da ona gülüyordu.Hiç paraları yoktu ama onlar küçük ve çok mutlu bir aileydi.
Bu iki adam hiç konuşmuyordu çünkü oyuna konsantre olmuştu.Oda sessizdi ve şimdi yağmurun gürültüsünü camlardan duyuyorlardı.Birdenbire yaşlı bay White baktı ve ‘Yağmuru dinleyin!’ dedi.
‘Evet,kötü bir gece,’ dedi Herbert.’Dışarıda iyi bir gece yok.Ama arkadaşın,Tom Morris,bu gece gelecek?’
‘Evet,bu doğru.Saat 7:00’de gelecek’ dedi yaşlı adam.’Ama bu yağmurda…’
Bay White bitiremedi çünkü o sırada genç adam bir ses duydu.
‘Dinleyin!’dedi herbert.’Şuan kapıda biri var.’
‘Ben bir şey duymadım.’diye cevapladı babası,fakat sandalyeden kalktı ve kapıyı açmaya gitti.Bu sırada bayan White’da kalktı ve ortalığı toparladı.
Bay White ‘Gel,gel,Tom.Seni yine görmek ne güzel.Ne kötü gece ama!Montunu bana ver ve oturma odasına geç.Orası hoş ve ılık.’
Ön kapı açıldı ve oturma odasında bayan White ve Herbert üşüyordu.Sonra bay White oturma odasına büyük ve kırmızı suratlı biriyle döndü.
‘Bu Tom Morris,’ dedi bay White karısına ve oğluna.’Biz gençken yakın arkadaştık.Tom Hindistan’a gitmeden önce beraber çalışıyorduk.Tom,bu benim karım ve bu bizim oğlumuz,Herbert.’
‘Tanıştığımıza memnun oldum.’ dedi Tom Morris.
‘Tanıştığımıza memnun oldum ,bay Morris,’ diye cevapladı bayan White.’lütfen gelin ve oturun.’ ‘Evet,gel,Tom,’ dedi bay White.’Buraya.Rahat ve sıcak.’
‘Teşekkürler,’ diye cevapladı büyük adam ve oturdu.
‘Hadi biraz viski alalım’ dedi yaşlı bay White.’Bu soğuk gece de sıcak bir şeye ihtiyacın var.’Dışarıdan bir şişe viski aldı ve iki eski arkadaş içmeye ve konuşmaya başladı.Bu küçük aile hayranlıkla misafirin çok uzaklarda yaşadığı ilginç hikayeleri dinliyordu.
Their names were:
Elizabeth Southerns, alias Demdike
Elizabeth Device daughter of Demdike
James Device son of Elizabeth Device
Alison Device daughter of Elizabeth Device
Anne Whittle alias Chattox
Anne Redferne daughter of Chattox
Alice Nutter
Jane Bulcock
John Bulcock son of Jane Bulcock
Katherine Hewitt alias Mould-heels
Isabel Robey
Margaret Pearson
King James and the Witches of Pendle Hill
Paul Flesher
This fall I am writing and researching in Great Britain. At the moment, I’m staying in a small Lancashire village in the shadow of Pendle Hill. Pendle Hill is best known for a group of witches who were captured, tried, and hanged in 1612. That episode resulted directly from the beliefs and the laws enacted by King James, for whom the King James Bible was named. In 1597, James published a book called Daemonology, in which he described how to find evidence of a person practicing witchcraft, while in 1603, James passed a law that ordered the death of anyone who acted "to consult, covenant with, entertain, employ, feed, or reward any evil and wicked spirit, or to utter spells."
It was this law that was first used in the trial of the Pendle witches. The defendants were members of two, poor families who had a long history of rivalry. Once one family member was accused, the matter quickly deteriorated in each family accusing the other (and ultimately themselves as well) of casting spells to injure people and goods, using "voodoo" dolls to cause sickness and death, and associating with the devil. Nine people were convicted and hanged as witches at the trial’s end. This trial initiated several decades of witch hunts in England and the deaths of hundreds of "convicted" witches.
This long-lived interest in witchcraft comes from religion—at both the personal and political levels. The personal level concerns King James himself, who is most accurately titled James the Sixth and First: King James the Sixth of Scotland and King James the First of England. James was born to Mary, Queen of Scots, a devout Catholic, at a time when Scotland as a whole followed the strict Presbyterianism of John Knox. When James was barely a year old, his mother was imprisoned in England. James became King and was raised by the Protestant nobles. To counteract his mother’s Catholicism, the nobles provided James an extensive education in Presbyterian theology and divinity. This son of a proud Catholic mother thus became a learned Presbyterian divine. His strict belief in Scripture caused him to believe in the activities of witches. When a storm wrecked his ship while sailing to Norway to meet his bride, he deduced that witches who were opposed to him personally had raised the storm.
At the political level, upon the death of Queen Elizabeth I, James became King of England. At that time, England was struggling with the division between Catholic and Protestant even more vigorously than Scotland. (These struggles continued for several decades, leading to the English Civil War.) Although the Protestants had political power, the people were still divided. The hunt for witches became a tool in this struggle, for the Protestant authorities usually hunted for witches in Catholic areas. Protestants were uneasy about Catholic worship and often likened its practices to conjuring and charms. The failed attempt, in 1605, of a band of Catholic plotters to blow up the Houses of Parliament led to outright oppression of Catholicism. It was only following the Civil War and its aftermath, that interest in witchcraft dissipated.
Given this religious and political climate, it is not surprising that Lancashire in 1612 was not only a Catholic area, but was considered to be a hotbed of rebellion. The persecution of witches served not only a religious end, but also a political one. Today, the villages around Pendle Hill are quiet and peaceful. The story of the witches provides only a trail for a day’s ramble through the countryside.
Hikayemiz 1800 yıllarda kuzey ingilterede geçer.Kahramanımız Jane Eyre anne ve babası ölünce dayısının yanına sığınmıştır.Dayısı ölünce,yengesi ölüm döşeğinde kocasına söz verdiği için hiç istemesede bu çelimsiz ve gösterişsiz kıza bakmak zorunda kalmıştır.
Ancak o ve çocukları john,eliza,georgiana her fırsatta jane'e bu evde istenmediğini,fakir bir akrabadan başka bir şey olmadığını ve onlarla yaşamasına izin verildiği için kendilerine minnettar olması gerektiğini zevkle hatırlatmaktadırlar.Jane'in tüm bu kötü davranışlardan tek kaçış yolu ise kitaplarıdır.Hakaretlere ve kötü davranışlara elinden geldiğince katlanmaya çalışan jane ,yine böyle bir günde sessizliğini bozar ve isyan eder ve bunun sonucunda cezalandırılır.Dayısının öldüğü odaya kapatılan jane orda kaldığı süre içinde korkudan hayaller görür ve hastalanır ve yataklara düşer.Bu olaylardan sonra yengesi jane'i başından atma zamanı geldiğine karar verir ve onu yatılı kız okuluna göndermeye karar verir.
Jane Eyre henüz 10 yaşındayken yıllarını geçireceği okula adımını atar.Bütün ihtiyaçları bir koruyucu zengin tarafından karşılanan bu kızlar okulunda,katı disiplin,yetersiz yemek ve ısınma sorunlarına rahmen edindiği arkadaşlıklar sayesinde acısıyla tatlısıyla güzel günler geçirir.18 li yaşlarını sürerken okulda tifüs humması salgını başlar,en yakın arkadaşı helen bu salgın sırasında ölür,hemen akabinde okulun sevgili müdiresi bn.temple de evlenir ve okuldan ayrılır.Yıllarını bu okulda önce öğrenci sonrasındaysa öğretmen olarak geçiren jane okuldan ayrılmaya karar verir.Kendi kararlarını kendi vermek isteyen ve artık özgür olmak isteyen jane bir gazeteye öğretmenlik yapmak için iş ilanı verir.İlana sadece bir cevap gelir,gelen mektupta bn.fairfax isimli bayan belirtilen vasıflara sahip ise belirtilen tarihte yazılı adrese gelmesini ister,işi kabul eden jane yola çıkar.Thornfield Konağına gelen jane evin kahyası bn.fairfax ve mürebbiyelik edeceği 7-8 yaşlarındaki adela ile tanışıyor.
Kırlarda gezmeye çıktığı bir gün ,avrupada çıktığı geziden dönen evin beyi bay rochester ile tesadüfen karşılaşır.35 yaşlarında,esmer orta boylu bir adam olan bay rochester ile jane arasında uzun sohbetler ile gelen bir arkadaşlık kurulur.Bay rochester ile sohbetlerini ve fikir tartışmalarını çok seven jane 'in duyguları zamanla değişir ve aşka dönüşür ancak kendini ona layık görmeyen jane duygularını içine atar.Derken konağa bay rochester'ın misafirleri 1-2 haftalığına yatılıya gelir,aralarında çok güzel bir kadın olan blanche ingram'da vardır.Konakta pek çok eğlence düzenlenir.Hizmetliler arasında bay rochester ile blanche ingram'ın evleneceğine dair söylentiler çıkar.Konağı artık evi gibi gören ve Bay rochester aşık olan jane için mutsuz günler başlamıştır.
o günlerde yengesinin uşağı konağa gelir ve yengesinin ölüm döşeğinde olduğunu ve kendisini görmek istediğini söyler,jane izin alarak yengesinin evine doğru yola çıkar.Yengesi ölmek üzredir ve jane'e bir mektup verir,mektup 3 yıl önce amcası john eyre tarafından gönderilmiştir,mektupta yeğenini görmek ve mirasını ona bırakmak istediğini yazmaktadır.Yengesi jane e olan nefreti yüzünden mektuptan kendisini haberdar etmediğini söyler,buna rahmen jane yengesini affeder,bir süre sonra yengesi ölür ve jane konağa geri döner.Dönmesinden bir süre sonra Bay rochester jane'e evlenmeye karar verdiğini söyler,bu haberle yıkılan jane ona olan duygularını kısmen de olsa açıklar,Bay rochester bunu üzerine duygularını açması için ona oyun oynadığını asıl sevdiği kişinin kendisi olduğunu söyler ve böylece evlenmeye karar verirler.Düğün günü kilisede evlilik yeminlerini ederken bir adam ortaya çıkar ve Bay rochester'ın evlenemeyeciğini çünki zaten kızkardeşi ile evli olduğunu,deli olan karısınında konakta çatı katında bakıcısının nezaretinde kilit altında olduğunu söyler.Tüm bunların doğru olduğunu anlıyan jane evi terkeder.
Konaktan ayrıldıktan sonra bir ksabaya gelen jane burada st.john ve kızkardeşleri mary ve diana ile karşılaşır.onları kendi kardeşleri gibi seven jane bir süre sonra öğretmenlik yapmaya başlar.Bu arada tesadüfen akaraba olduklarını keşfeden jane ,amcasından kalan mirası 4'ü arasında pay eder.Hindistana misyonerlik için gitmek isteyen st.john jane'e evlenme teklif eder ve kendisiyle gelmesini ister,jane bu teklifi kabul etmez.
Bir gece yarısı jane uzaklardan gelen bir ses duyar,biri jane,jane ,jane diye acı ve ıstırap içinde haykırmaktadır,telaşla dışarıya fırlayan jane kimseyi göremez,oysaki jane kendisini çağıran kişinin Bay rochester olduğuna emindir.Ertesi gün jane Bay rochester'ı bulmak ve ne olduğunu öğrenmek için yola çıkar.Kasabaya ulaştığında konağın yandığını,yangın sırasında Bay rochester'ın karısının öldüğünü ve kendisininde karısını kurtarmaya çalışırken ağır yaralandığını öğrenir.Jane Bay rochester'ın yeni yaşadığı eve doğru yola çıkar,eve ulaştığında yangında gözleri kör olan ve bir elini kaybeden Bay rochester ile karşılaşır,onun bakımını üstlenen jane sevgiyle onun eli ve gözü olur.
Pek çok badireler atlatan ama aşkları ilk günkü gibi taze kalan jane ve edward sonunda evlenirler,zamanla bir gözü açılan rochester ilk oğullarını görme mutluluğuna erişir.
CHARLOTTE BRONTE ''JANE EYRE''
Jane Eyre’s story begins when she was ten.She was living with her aunt-Mrs.Reed.Because her mother and her father were dead.Jane has got three cousins;Eliza,John and Georgiana.Jane was afraid of them.She thought John enjoyed frightening and depressing her.
One day they took to her to a red room.this room was cld and dark.So she became ill and the doctor suggested to her to go to Lowood School.
In the school ,Jane met Helen and She became Jane’s friend.İn this school, usually; many of the girls were ill.Because they were always cold and hungry.Their clothes weren’t warm enough for the winter.
Days after,Helen became ill,too.And she said ‘’Goodbye’’to Jnae and died.
Jane stayed at the school until she was eighteen.Then she wanted to find a job and to be a teacher.So she wrote the letters to newspapers.At last an answer came.It was from Mrs.Fairfax.She lived Thornfield Hall.So Jane packed clothes and travelled.there.
She came to Thornfield Hall and met to Mrs Fairfax.Thornfield Hall was belonged to Mr.Rochester.He wasn’t there.
Adele was sweet little girl.She wanted to learn English.Everybody was kind to Jane in there.
At last Mr.Rochester came and met Jane.She thought he was usually serious, he didn’t often smile
One night Jane heard a cruel laugh.Someone was walking in the stairs at the attic.The smoke was coming from Mr.Rochester’s room.Jane took water and threw it his bed and he jumped out.
Later Mr.Rochester left and went to meet his friends.
After several weeks, Mr.Rochester and his friends came to Hall.Miss Blanche was beautifl friend but she was very proud.She and Mr.Rochester were usually together.
One evening Mr. Mason came to Hall.He was strong and handsome.Mr. Rochester wasn’t pleased when he saw him.
This night everyone in the house was asleep.Suddenly she heard a terrible scream.’Help Help!!! ’ someone shouted.Everybodywas awake now.Mr.Rochester ‘’Please don’t worry ,everything is all right’’told his friends.
Later that day,Jane got a letter.Her aunt wanted to see her..I arrived there and they said’John was dead’. Her aunt gave her a letter.It was from my father’s brother .He said ‘’I am rich man and I have no children .I want to find my brother’s daughter and her to live with me.’’ The letter came three years ago but her aunt didn’t say it to Jane.Mrs Reed too,was died.Jane returned to Hall again.
As Jane was going near the house Mr.Rochester saw Jane.And they spoke.He said ‘’I am going to get married .You must get a new job.’’Jane started to cry,couldn’t speak.Then he started smiling.’I don’t want you to go Jane.Will you marry me?’’ ‘’Yes,I will’’ she said.
Two nights before the weddingJane was in bed.Her wedding dress was in room,too.Suddenly she saw a strange woman.She took her dress and tore it to pieces.She looked cruel and angry in the mirror.When Jane woke up, she thougt her dress.It was torn into pieces.So the woman was real.Jane told about it to Mr.Rochester.He said’I think it’s a terrible dream.’
At last wedding day came.They went to church.While the clergyman was speaking,someone said ‘’Stop the wedding !!!Mr Rochester already was married ,he can’t get marry.He was married to my sister’’.Mr Rochester started to explain:’’My wife’s name was Bertha Mason.Soon after the wedding, Bertha became strange.She was dangereous.She wanted to kill me,tried to kill Mr. Mason.’’ .Bertha was that Jane saw in her bedroom.
Jane decided to escape and left there.
She arrived a house,there a man and his family helped her.’’I am Jane Willot.’’Jane said.She started tol ive with them but at last St John tought everything.He received a letter from Mr.Briggs.Jane asked ‘’Why did Mr.Briggs write to you ?’’ ‘’Because your uncle was my mother’s brother.When he died,he left all his money to you Jane Eyre.’’he said.
When Jane heard this ,she was very pleased.They began tol ive comfortably together.
St John wanted to work in India.He said to Jane ‘’I want you to go with me beacuse I want to marry you.So we can work together in India .There are many poor people.’’
Jane thought for a long time .But she still loved Mr. Rochester.And she diceded to find to him.She left home and arrived at Thornfield Hall.But the Windows were empty.There was no roof.Jane saw a man and told him.He said ‘’The house burned down in the middle of thenight.They think Mr. Rochester’s wife started it.Mrs. Fairfax was staying with friends.Bertha was died .Mr.Rochester lives a quiet place.’’
And Jane went there.Then told Mr.Rochester.’’I am a rich woman.I have three cousins.’’said Jane..Mr.Rochester asked ‘’Do you like John and Does hel like you?’’ ‘’ Yes,I like him and he likes me and he wants to marry me.Jane replied.He asked again.:’’Will you marry him’’ ‘’No because I don’t love him.’’ Jane said.He asked finally ‘’Jane,Will you marry me?’’ ‘’Yes, I will’’Jane replied again.
Three days later they got married .Two years after,Mr Rochester began to see again with one eye.At last, They were happy.
Decision
Roy HilligossEven after a year New Jersey.
Chad had come to us as an English refugee. He was supposed to stay until they had put “Mr. Hitler in the bag after which time he planned to return home to London.
But Major Jollison had been killed while resisting a Nazi tank attack in the North African desert.
Chad had taken the news without the slightest show of emotion. Probably Pat and I alone realized the sharp pain that must have torn through his young heart when he learned that his father was dead. He was English and his people were fighting a desperate battle so he could not let his own individual tragedy show.
England meant much to him but when he had recovered a little from the shock he seemed resigned to living with us and becoming an American. He had had no one else but his father.
“I shall try very hard “to be as you would want your own boy to be. I shall get onto your American ways as quickly as I can and try to make you quite proud of me.” Karar
Roy Hilligoss
Aradan bir yıl geçmesine rağmen Doğu Orange kasabasında bulunan evimizin posta kutusuna gelen mektubu okuyana kadar.
Chad memleketine geri dönmeyi planlıyordu.
Ama Binbaşı Jollison bir Nazi Tank taarruzuna karşı koyarken ölmüştü.
Chad babasının ölümünü öğrendiği zaman kendi kişisel üzüntülerini göstermeye hakkı yoktu.
İngiltere bizimle yaşamaya ve bir Amerikan olmaya razı oldu. Babasından başka hiç kimsesi de yoktu zaten.
O ince ve nispeten keskin sesiyle benimle gurur duymanızı sağlayacağım” dedi ve
He smiled. “I shall even admire your Revolutionary patriots.”
So we could not help loving him even after the war had ended.
He did brilliantly and this gave Chad a certain romantic interest.
In fact everything had gone beautifully – till that letter came from a member of the 6th Artillery Captain Burroughs. The 6th Artillery had been Major Jollison’s military unit.
Pat held the letter out to me one evening the moment I came in the door. But she was too upset emotionally to wait until I read it.
“He was terribly fond of Chad’s father” she said. “And he’d like to offer Chad a place to live – with his mother in her home just outside London.”
I looked up from letter. “He says he recognizes the danger.”
“But he’s like all Englishmen do you think he’ll go?”
I shook my head. “I don’t know. But I’ve been afraid he would some day.”
“But he has no relatives there. Surely he’d rather be with us….”
“It’s like you said – rain or shine. And he’s not really our boy and he’s tried to pretend.”
gülerek ekledi: “Hatta sizin bağımsızlık savaşı kahramanlarınıza da hayran olacağım.”
Böyle bir çocuğu sevmemek imkansızdı. Hatta onu o kadar çok seviyorduk ki bizimle her zaman kalacağını umuyorduk.
Çok çabuk yaşam koşullarımıza ayak uydurdu ama kısa bir süre sonra karşılaştığımız bir problem – Okuldaki diğer çocukların babasının ne kadar cesurca öldüğünü biliyordu. Bu da Chad’e bir sempati kazandırıyordu.
6ncı Topçu Alayı’ndan Yüzbaşı Burroughs tarafından gönderilen mektup bize ulaşana kadar her şey gayet güzel gidiyordu. 6 ncı Topçu Alayı Binbaşı Jollison’un askeri birliğiydi.
Pat mektubu bana uzattı. O kadar üzgün ve duygu yüklüydü ki ben mektubu okuyuncaya kadar zor sabretti.
“Chad’in babasını çok severmiş Bill ve Chad’e Londra’nın biraz dışında kendi annesinin evinde yaşamayı öneriyor” dedi.
Mektuptan kafamı kaldırdım ve: “Tehlikenin farkında olduğunu söylüyor” dedim.
Pat heyecanla: “Ama o da bütün diğer İngilizler gibi. Yağmur veya güneş; bomba olsun veya olmasın; hepsi sence gerçekten de gider mi?”
Kafamı salladım: “Bilmiyorum. Ama uzun zamandır bir gün gitmesinden korkuyordum” dedim.
“Ama orada hiç akrabası yok. Şüphesiz bizimle kalmayı tercih eder” dedi Pat.
“Senin de dediğin gibi yağmur veya güneş. Zaten o hepsi bu” dedim.
She sighed. “I know “ – let’s go up to his room and tell him.”
Chad was lying on his small stomach Uncle Bill?” He was picking up our ways fast.
I handed him the letter.
I watched his blue eyes move quickly back and forth across the page and when they reached the bottom they stayed there. He was thinking rapidly. Suddenly I knew he’d made his decision because his face lost all expression: a habit of his.
“Are you going dear?” Pat asked softly.
He nodded. “I must Aunt Pat.”
“They’re raining bombs on London” I said.
“I know” he said. “That’s why I’m going.”
“I don’t understand” I said.
“I mean…” for a moment he paused that’s when it needs you most.”
That sounded a bit too grown-up but if you….”
“I’m sorry too Uncle Bill. But I must go.”
“I’d better finish getting dinner and left us.
“And I have to wash” Chad said steadily.
I was left already missing these strange youngster as if he’d been all our own from the very start.
Pat derin bir iç çekti: “Biliyorum odasına gidip ona söyleyelim” dedi.
Odaya girdiğimizde ayağa kalktı ve elimi sıktı. “Bugün borsa nasıl gitti?” dye sordu. Bizim yaşamımıza çabuk ayak uyduruyordu.
Mektubu ona uzattım. Mavi gözlerinin sayfanın sağına soluna süratle hareket edişini seyrettim. Sayfanın sonuna geldiğinde gözleri orada kaldı. Hızlı düşünüyordu. Birden onun bir alışkanlığıydı.
“Gidiyor musun hafifçe.
Onaylarcasına kafa salladı: “Gitmeliyim Pat teyze” dedi.
“Londra’nın üstüne yağmur gibi bomba yağdırıyorlar evlat” dedim.
“Biliyorum zaten bu yüzden gidiyorum” dedi.
“Anlamıyorum” dedim.
“Söylemek istediğim…” bir süre durakladı ve “Yani size en fazla ihtiyaç duyduğu andır” dedi.
Bu sözler bir parça ama eğer…”
“ Ben de üzgünüm” dedi hemen. “Gerçekten Bill Amca. Ama gitmek zorundayım.”
“Ben akşam yemeğini hazırlasam iyi olacak” dedi Pat garip bir ses tonuyla ve odadan ayrıldı.
“Ben de duş almalıyım” dedi Chad.
Ben sanki doğduğundan beri bizimleymiş gibi özlediğimi hissettim.We didn’t talk much about his going. But we might as well have discussed it constantly; it certainly was with us every moment. From that first night there were few signs of cheerfulness in our house.
But the evening I came home with final details about his trip to New York but Pat looked at me as if I would struck her. I knew how she felt.
Late that night I woke up sure I had heard Chad crying in the next room. But it was Pat.
“You are crying darling?”
“Of course it hurts to lose him.”
I held her close. “I know so well” I said. “He’s like our own boy.”
And then so quickly but Pat wasn’t going alone. She said she simply couldn’t take it.
The three of us were standing in the doorway his lower lip pulled slightly in.
“I’ve been happy here” he said.
He was interrupted by the mailman who handed a letter to Pat. She passed it on to me.
“Goodbye” she said weakly. ”Always remember that we….”Gidişi hakkında fazla konuşmadık. Yine de sürekli bu konu hakkında tartıştık. Çünkü bu konu her an bizimle birlikteydi. Bu ilk geceden itibaren geçen bir hafta boyunca evimizde çok az bir mutluluk havası vardı.
O akşam eve evde kalan son mutluluk ışıkları da söndü.
Chad sakindi. Anlamsız yüz ifadesinde hiç değişiklik olmadı. Ama pat sanki onu fena halde hırpalamışım gibi bakıyordu bana. Neler hissettiğini biliyordum.
Gece geç saatte Pat idi.
“Ağlıyor musun hayatım?” diye sordum.
“Elbette” dedi titreyen sesiyle. “Onu kaybetmek çok acı veriyor.”
Onu kucakladım ve: “Çok iyi biliyorum” dedim. “ Sanki bizim öz oğlumuz gibi.”
Sonra kısa sürede buna kolayca katlanamayacağı için gelmeyeceğini söyledi.
Üçümüz de kapının girişinde buraya geldiğine hiç memnun olmamış gibi bakıyordu. Çenesi dışardaydı ve korkularını gizlemeye çalışıyordu. Şimdi ise yüzünde ciddi bir ifade vardı. Alt dudağı biraz daha diğerine yakındı.
“Burada çok mutluydum” dedi.
Postacı daha fazla konuşmasına engel oldu. Pat’a bir mektup uzattı. Pat mektubu bana verdi. Chad’e dönerek:
“Güle güle Chad. Her zaman hatırla ki biz…”
“Wait” I said. “He says we won’t have to worry about Chad. Mrs. Burroughs is being removed to Australia and Chad is supposed to join her there. There won’t be any bombs anywhere.”
“That’s something” Pat said.
But Chad was suddenly all animation. “Then I don’t have to go!”
Pat dropped to her knees and stared at him. “You don’t have to go? Didn’t you want to go?”
“Why” Chad said. “But she was a very old lady and all alone in the bombings. I thought I would be able to protect her. But now that she’s been sent to Australia….”
“Why on earth didn’t you tell us how you felt? I demanded.
He seemed a little embarrassed. “I was afraid “that it might seem forward of me to think I could protect Mrs. Burroughs. And I knew you wouldn’t want a son who was forward.”
Pat was half-laughing old boy?”
“Quite happy?”. He smiled up at me. “Uncle Bill I feel like a million bucks!”
Chad Jollison – American schoolboy our boy.“Dur!” diye araya girdim. “Bu mektup Yüzbaşı Burroughs’dan.” Ama heyecanım uzun sürmedi: “Yalnızca teselli etmek için yazmış. Chad için endişelenmemizi istiyor. Bayan Burroughs’un Avusturalya’ya gönderildiğini ve Chad’in de ona orada da hiç bomba olmayacağını yazıyor” dedim.
“Bu da bir şey” dedi Pat.
Ama Chad birden büyük bir coşkuyla:
“O halde gitmeme gerek yok!” dedi.
Pat dizlerinin üzerine düştü ve ona bakakaldı:
“Gitmek zorunda değil misin? Gitmek istemiyor muydun?” diye sordu.
“Neden? Tabi ki hayır” dedi Chad. “Ama o çok yaşlı bir kadındı ve bombaların altında yalnızdı. Ben onu koruyabileceğimi düşünmüştüm. Ama madem ki şimdi o Avustralya’ya gönderildi…”
“Neden daha önce neler hissettiğini bize söylemedin?” diye çıkıştım.
Biraz utanmış görünerek: “Korktum” dedi. “Bayan Burroughs’u korumaya çalışmam bir küstahlık olarak görülür ve siz de küstah bir oğul istemezsiniz diye korktum.”
Pat yarı ağlar ihtiyar çocuk” dedim.
“Çok mutlu” gülerek yüzüme baktı ve “Bill Amca kendimi bulutların üstünde hissediyorum” dedi.
Chad Jollison: Amerikalı öğrenci bizim oğlumuz…
Final Break
Ian S. ThompsonThey had been walking along Oxford Street. Now they stopped Greg’s hand on her arm.
“This is the place” he said. “I thought you might get the sort of thing you liked here.”
Helen nodded not hers.
“What about the black one?” He pointed. “It would go with your suit!”
Her lips trembled. One of the little things she loved so much about him was the really genuine interest he had always taken in what she wore. It had made you feel young though in your heart you knew you were young no longer.
“Yes. Yes because there was so much in her own eyes that he must never see.
They went into the shop. A clerk appeared to wait on them.
Helen described the hat. It was in the window.
She was wishing now that they had never come into the shop. But Greg had been insistent. He wanted to give her something. A parting gift he had called it.
He was smiling now out of blue as she took the hat from the clerk and placed it on her blue-gray hair?
Son Veda
Ian S. ThompsonOxford Caddesi boyunca yürüyorlardı. Ve şimdi Greg’in eli onun kolunun üstünde.
“İşte burası” dedi. “Düşündüm de hoşuna gidecek şeyi buradan alabilirsin buradan.”
Helen başıyla onayladı kendinin değil.
“Şu siyah olana ne dersin?” diye eliyle gösterdi. “Elbisenle iyi giderdi.”
Kadının dudakları titredi. Onun hakkında bu kadar çok sevdiği yanlarından biri de bu kendini genç ve sevilen biri gibi hissettmeni sağlardı.
“Evet. Evet çünkü kendi gözlerinde onun görmemesini gerektirecek çok şeyler vardı.
Dükkana girdiler. Bir tezgahtar belirdi yanlarında hizmet etmek için.
Helen şapkayı tarif etti. Vitrinde duruyordu.
Şu anda dükkana hiç gelmemiş olmayı diledi. Ama Greg ısrar etmişti. Ona bir şey vermek istemişti. Bir ayrılık hediyesi demişti adına.
Gülümsüyordu şimdi üzgün olmayan dertsiz gözlerle. Bu da Helen’i şaşırttı. Ve ama neden diye sordu kendine ? Şapkayı tezgahtardan alıp ve mavi-gri saçlarının üzerine yerleştirdiği anda;
She had always tried to be modern when and if they came.
Her mind turned back. And she saw herself in the hat shop mirror so blindly happy.
Five minutes later they were out again in the sunshine of the street and Greg suggested tea.
“I know a place-“ There was an expression of excitement in his eyes which she could not understand. “You’ll like it there.”
It was a small and then leaned back.
He didn’t speak but his hand came out across the table and took hers.
“Please” she prayed. “Not now. Not so long as he’s with me.”
The tea arrived. He drank one cup quickly and then said:
“You’re quite certain that you want to stay on in that house alone? I mean- well and if there’s anything I could do-“
Her zaman modern olmaya çalışmıştı ve modernliğin bir parçası da gelişen olayları geldikleri zaman ve şartlarda cesurca karşılamaktı.
Zihni bir an eskilere gitti. Ve şapka dükkanındaki aynada kendini hiç umursamamıştı. Şimdiye kadar öylesine bütünüyle ve kör bir şekilde mutlu olmuştu ki…
Beş dakika sonra tekrar dışarıda çay içme teklifinde bulundu.
“Bir yer biliyorum_” Gözlerinde Helen’in anlayamadığı bir heyecan ifadesi vardı. “Orayı seveceksin.”
Bu Oxford Caddesi’nden uzak yan caddelerden birinde küçük ve sonra geriye yaslandı.
Konuşmadı ama eli masanın üzerinden uzanıp Helen’in ellerini tuttu.
“Lütfen” diye yalvardı Helen. “Şimdi olmasın. Benimle birlikte olduğu süre boyunca değil.”
Çaylar geldi. Bir Fincanı çabucak içti ve şöyle dedi:
“O evde tek başına kalmak istediğinden tamamen emin misin? Demek istediğim- yani ve eğer yapabileceğim bir şey varsa_”
There was one thing any pains of conscience. It had been wonderful having him for all those years.
“No” she said. “It’ll be all right.”
But he still didn’t seem satisfied.
“There’s another thing I’d like to mention his eyes avoiding hers. “It’s money. I’ve arranged with the bank…”
The color came at once to her cheeks. Not because of any false pride. That was a luxury you couldn’t afford if you had no one to support you. But-
“Oh” she said with embarrassment.
He brushed that aside. Angrily almost.
“Why not? It’s something I want to do. And Sandra- “ He mentioned the girl’s name- “She agrees. We were talking about it last night.”
Sandra…. We…. How easily he spoke of her. Helen thought with an ache. And yet two months ago they hadn’t even met. Two months…. Was it really only that time since he’d gone up to London on that business trip?
She had realized that she was sharing him with someone else.
Bir şey vardı ama bunu teklif etmek histerik bir zayıflık olurdu. Başını iki yana salladı. Onun hiç bir pişmanlık ya da vicdan azabı duymasını istemiyordu. Yıllardır ona sahip olmak bile çok güzeldi.
“Hayır dedi Helen. “Yakında düzelir.”
Ama o halen tatmin olmuş görünmüyordu.
“Bahsetmek istediğim başka bir şey var gözlerini ondan kaçırarak. “Konu para. Bankayla ilgili düzenlemeleri yaptım…”
Hemen yanaklarına renk geldi. Bu hiç de sahte bir gurur nedeniyle değildi. Eğer sana destek olacak kimsen yoksa; gurur konusu yapmayacağın bir lüx sayılırdı. Ama-
“Ah” dedi utanarak.
O buna aldırmadı bile. Neredeyse sinirli şekilde.
“Neden olmasın? Bu yapmak istediğim bir şey. Ve Sandra-” Kızın ismini söyledi- “O da aynı fikirde. Geçen gece bu konu hakkında konuşuyorduk.”
Sandra…. Biz…. Ne kadar da kolay ve samimi bir ifadeyle konuştu onun hakkında şu iş gezisi için Londra’ya gitmiş olması gerçekten bu kadar mıydı?
O döndükten sonra elbette farketmişti bir şeyler olduğunu kendisine artık tamamen sahip olmadığı ve onu bir başkasıyla paylaşıyor olduğu hususunda onu uyarmıştı.
A girl. Young and lovely. The imagined picture had filled her with a sense of panic. He had changed his job for a better one and gone up to live in London. For a month she hadn’t seen him. And she had never met the girl.
Sandra… She worked in the advertising business you did not think of cleverness in considering that younger person to whom you were losing him.
Was she really nice? Would she work to keep him happy as you had tried to do?
But Sandra for instance.
Then the girl turned. She was beautiful quite unconscious that she was staring. And then her eyes widened in surprise as she saw Greg rise to his feet. The girl was hurrying towards their table.
“So you were able to get here Mother. Tomorrow’s happy bride!”
Bir kız. Genç onu bir panik duygusuyla doldurdu. Greg ise işini daha iyi bir işle değiştirmişti ve yaşamak için Londra’da gitmişti. Bir ay boyunca onu görmemişti. Ve kızı da daha önce hiç görmemişti.
Sandra… Reklamcılık işinde çalıştığını söylemişti kendisine. Ve çok da zeki olduğunu. Ama bu Helen için önemli değildi. Birini tüm kalbinizle sevdiğinizde uğruna kaybediyor olduğunuz daha genç insanın zekiliğini asla umursamazdınız.
Gerçekten güzel miydi? Senin uğraşmış olduğun kadar onu mutlu etmek için uğraşır mıydı?
Ama Sandra kafeye yeni girmiş ve kararsızca etrafına bakınmakta olan bir kıza takıldı- mesela böyle biri olabileceğini hayal bile edemezdiniz.
Sonra kız döndü. Kalbinizi yakalayan utangaç ve sevimli çekiciliğiyle güzel bir kızdı. Helen kızın bakındığını görünce bilinçsizce bakakalmıştı. Ve sonra Greg’in ayağa kalktığını görünce şaşkınlıktan gözleri daha da açıldı. Kız onların masasına doğru hızla yaklaşıyordu.
“Demek buraya gelebildin bu Sandra. Yarının mutlu gelini!”
Irene’s Sister
Vina DelmarThis is a story of 19_, the year that the schools did not open on time, the year that plague descended and caught us as terrified and as defenseless as though we were inhabitants in some medieval city faced with a new and terrible sickness.
I was a child at that time. My friends and I did not understand. We asked questions but the grown-ups were as confused and as frightened as ourselves. ”It’s infantile paralysis” they told us. “It kills you or else it leaves you crippled forever. Don’t go too close to anybody and don’t touch anything that a strange child has handled”.
Fear held us so completely that we forgot how to laugh or to play. I can remember lying in bed at night waiting for the disease to strike at me. I had no idea what form it might take and lay very quietly praying that when next I wished to move my legs or arms I would be able to do so as I had always done in the past.
There was among us, however, who had no fear of the terrible plague. That girl was Irene Crane. In my mind’s eye I can still see her as she was back there in those difficult days. She was a yellow-haired child with a happy ring to her laughter and the greatest capacity for fun of anyone I’ve ever known. She was the school beauty, popular with teachers and pupils alike and she was not the most intelligent of our group that was easily forgiven for one does not expect to find genius in a flower.
Irene had a sister who was a year younger. Her mother called her Caroline, but outside the house she was known simply as Irene’s sister. It was natural for her to be Irene’s sister just as it was natural for us to be a nameless group of girls known as Irene’s friends.
İrene’nin Kardeşi
Vina Delmar
Bu 1900’lerde ; okulların zamanında açılmadığı, vebanın musallat olduğu ve sanki yeni ve korkunç bir salgınla karşılaşmış ortaçağ şehirlerinin sakinleriymişiz gibi bizi korkmuş ve savunmasız olarak yakaladığı bir yılın hikayesi.
Ben o zamanlar çocuktum. Arkadaşlarım ve ben anlamamıştık. Sorular soruyorduk fakat büyüklerimiz de bizim kadar korkmuş ve şaşkındılar. Bize “bu çocuk felci sizi ya öldürür ya da sizi sonsuza kadar sakat bırakır. Sakın her hangi ibir yabancıya yaklaşmayın ve yabancı bir çocuğun kullandığı herhangi bir şeye dokunmayın” diyorlardı.
Korku tamamen bizi sarmıştı ki gülmeyi ve oyun oynamayı unutmuştuk. Geceleri yatağımda yattığımı ve hastalığın beni yakalamasını beklediğimi hatırlayabiliyorum. Ne şekilde olacağı hakkında hiç bir fikrim yoktu ve sessizce yatıp bir daha ne zaman kollarımı ve ayaklarımı hareket ettiriyor olabileceğimi dileyerek geçmişte her zaman yaptığım gibi dua ediyordum.
Bununla beraber, aramızda bu berbat vebadan korkmayan bir kişi vardı. O kız İrene Crane’ndi. Onun tekrar o zorlu günlerdeki halini hayal edebiliyorum. Gülüşündeki o mutlu izlenimiyle sarı saçlı bir çocuktu ve tanıdığım herkesi eğlendirebilecek en büyük yetenekti. Okulun güzeliydi ve öğrenciler gibi öğretmenler arasında da popülerdi ve grubumuzun en zekisi olmasaydı bile bu kolayca affedilebilirdi zira insan çiçekte zeka bulmayı beklemez.
İrene’nin kendisinden bir yaş küçük bir kız kardeşi vardı. Annesi ona Caroline derdi, ancak evin dışında kısaca İrene’nin kardeşi olarak bilinirdi. Bizim isimsiz kız grubunun İrene’nin arkadaşları olarak bilinmemizin doğal olduğu gibi onun için de İrene’nin kardeşi olmak doğaldı.
Irene was the center of our small world and we revolved about her brilliance and asked for no recognition for ourselves. Irene’s sister, conscious of her inability to compete with the beauty and enhancing manner of Irene was perfectly content to be only a pale reflection of our yellow-haired commander.
Only once were we unable to think with Irene. That was when she said : ”I’m not scared of that infantile paralysis. We won’t get it. You’ll see. None of us will.”
We were ashamed of our fears but there they were just the same.
I can remember the day that we all went over to Ginny Smith’s house for games and light refreshments. For our health’s sake, the grown-ups looked upon the party with some doubts, but for the good of our morale they consented.
“After all”, they said to one another ,”it’s the same group of girls who see each other almost every day anyway. It’ll be all right.”
“It’s the same group except for Irene’s sister “She hadn’t been invited because she was not in our grade at school and Ginny Smith hadn’t known that Irene had a sister.
“It doesn’t matter “Irene said. ”Caroline isn’t feeling well. She has an upset stomach ,I guess.”
The games were fun ,the food was wonderful we thought .It had been a beautiful day in which we all seemed to forget for a while that something strange and terrible walked everywhere about us beyond the pleasant comfort of Ginny Smith’s house. We were just collecting our hats and coats ,ready to leave ,and thanking Ginny for a lovely day when the phone rang.
I can still see Ginny Smith’s mother as she stood talking on that phone. I can see the look of horror that appeared on her face. I can still see the tears that were in her eyes when she hung up the receiver and turned to face us.İrene ufak dünyamızın merkeziydi ve biz onun parlaklığı etrafında dolanıyorduk ve kendi kendimize hiç bir tanıtım istemiyorduk. İrene’nin gelişen tavırları ve güzelliğiyle rekabet edemeyeceğinin farkında olan İrene’nin kardeşi, bizim sarı saçlı komutanımızın sadece soluk bir yansıması olmaktan tamamen memnundu.
Sadece bir kez İrene’yle beraber düşünemedik? “Şu çocuk felcinden korkmuyorum. Ona yakalanmıyacağız. Göreceksiniz. Hiçbirimiz yakalanmayacak” dediği zamandı.
Kendi korkularımızdan mahçup olduk, ancak o korkular hep oradaydı.
Hafif içecekler ve oyun için Ginny Smith’in evine hep beraber gittiğimiz günü hatırlayabiliyorum. Sağlığımızın hatırı için büyüklerimiz partiyi biraz şüpheli buluyorlardı fakat moralimizin iyi olması için partiyi kabul ettiler.
Birbirlerine “Ne de olsa, her gün bir şekilde birbirlerini gören kızların aynı grubu, sorun olmayacak” diyorlardı.
“İrene’nin kardeşi hariç aynı gruptu.” O partiye davet edilmemişti çünkü okulda bizimle aynı sınıfta değildi ve Ginny Smith İrene’nin bir kardeşi olduğunu bilmiyordu.
İrene “sorun değil, Caroline kendini pek iyi hissetmiyordu. Tahmin edersem midesi bozuk”dedi.
Bizce oyunlar eğlenceliydi, yemekler mükemmeldi. Ginny Smith’in evinin cana yakın rahatlığının dışında, bizimle ilgili her yere berbat ve garip şeyin yayıldığını unutmuş göründüğümüz güzel bir gündü. Tam gitmeye hazırlandığımız, şapkalarımızı ve montlarımızı alıp Ginny’e böyle güzel bir gün için teşekkür ederken telefon çaldı.
Hala Ginny Smith’in annesini telefonda konuşurken kala kaldığını hatırlayabiliyorum. Suratında beliren dehşet ifadesini görebiliyorum. Hala telefonu kapatıp, bize döndüğünde gözlerindeki yaşları görebiliyorum.
“Irene, “ she said in a choked voice.” That was your mother. Your sister has infantile paralysis. You can’t go home. You’ll have to stay here.“ There was a horrible pause .Then “It’s to late for us to be afraid of you child. You‘ve been here all day.”
We went away without touching Irene, some of us without speaking to her. The plague had reached out and struck at us. We hurried home afraid of each other, ashamed of our fear and unable to keep back the thought that tomorrow we would all be attacked by death or lameness.
Irene stayed with the Smith’s I suppose. I don’t know. I hurried home and wrote at once to my father. It must have been an emotional, crazy little letter in which I begged him to come and get me and take me to safety somewhere, anywhere. I did not know that the plague was widespread. I thought it was just in our town. Anyway my father came and took me away. I went happily ,thankfully but I did not known as I went that it would be fifteen years before I ever saw that town again.
I was a woman when I returned to visit and the first night I was back I was surprised to find that my hostess’s living room was decorated as though for a party.
“Just the old group” she explained. ”and their husbands. You remember Ginny Smith, Lila Day the Crane girls and that group.”
A strange feeling of terror ran through me at the mention of the Crane girls. I was a child again frightened before a terrible mysterious force that wanted to kill me.
“I remember them all, ”I said.” How are the Crane girls?”
“The same as ever ,just exactly the same. One popular and one a complete failure “
“It’s cruel to say that “ I protested.” Caroline had paralysis . How can you expect her to be-“Boğuk bir sesle “İrene” dedi, “ Arayan annendi. Kardeşin çocuk felcine yakalanmış. Eve gidemezsin. Burada kalmak zorundasın.” Korkunç bir bekleyiş oldu. Sonra “Senden korkuyor olmamız için çok geç çocuğum. Bütün gün buradaydın” dedi.
İrene’e dokunmadan, bazılarımız onunla konuşmadan oradan ayrıldık. Veba bize ulaşmış ve bizi vurmuştu. Birbirimizden korkarak, korkumuzdan utanarak ve zaptedmeyi beceremediğimiz yarın ölmüş veya sakatlığa uğramış olma düşüncesiyle aceleyle evlerimize gittik.
Tahmin edersem İrene Smith’lerde kaldı. Bilmiyorum. Ben aceleyle eve gittim ve önce babama mektup yazdım. Babamdan gelmesini ve beni almasını ve beni güvenli herhangi bir yere götürmesi için yalvardığım duygusal ve biraz çılgınca bir mektup olmalıydı. Vebanın çok yayılmış olduğunu bilmiyordum. Sadece bizim kasabamızda olduğunu düşünüyordum. Her neyse babam geldi ve beni alıp götürdü. Mutlu ve minnettar bir şekilde gittim fakat giderken bu kasabayı tekrar görmem için on beş yıl bekeleyeceğimi bilmiyordum.
Ziyaret için geri döndüğümde artık yetişkin bir kadındım ve döndüğüm ilk gece ev sahibemin oturma odasını, sanki bir parti için dekore edilmiş olarak bulduğumda şaşırdım.
“Sadece eski arkadaşlar ve onların kocaları. Ginny Smith, Lila Day, Crane’nin kızları ve o grup” diye açıkladı.
Crane’nin kızlarının adı anıldığında garip bir korku ürpertisi içimden geçti. Tekrar; daha önce beni öldürmek isteyen gizemli, berbat bir gücün korkuttuğu bir çocuktum.
“Hepsini hatırlıyorum” dedim. “Crane’nin kızları nasıl?”
“Öncaden olduğu gibi aynı. Biri popüler ve biri tamamen bir fiyasko.”
“Bunu söylemek acımasızlıktır” diye karşı çıktım. “Caroline felç geçirdi. Ondan nasıl olmasını bekliyorsun?”
“But it’s Irene who is the failure. She is silly. Remember how she used to laugh and play jokes all the time? She is still the same, but now everything she says sound a little silly. But you can’t invite Caroline without inviting Irene so we-“
“But is Caroline well?”
“Of course she is .She had good care and good sense used on her and she is as fine as anyone. A lot finer ,I guess. She went through so much pain and suffering that she has more dept and understanding than most people. She is so strong and dependable. Of course she thanks her doctor and her nurse and her mother for everything and they say that it was Caroline’s patience and courage that helped them to help her. Wait till you see her. She’s-“
It was at that moment the doorbell rang that my hostess’s mother who was looking out of an upstairs window , called us .I’ll never forget her words .She called, ”Daughter, go to the door .It’s Caroline’s sister “
My hostess looked at me and laughed. ”What did I tell you?” she said.
“Fakat fiyasko olan İrene. O aptal…Hatırlıyormusun nasıl gülüp, her zaman şakalar yapardı? Hala aynı, fakat şimdi söylediği herşey biraz aptalca geliyor. Ancak Caroline’i, İrene’nı davet etmeden çagıramazsın, bu yüzden biz de…”
“Fakat Caroline iyi mi?”
“Elbette iyi. Ona iyi dikkat ettiler ve iyi mantıklı davrandılar ve şimdi herkes kadar iyi. Bence çok daha iyi. Çok fazla acı ve ıstırap çekti ve şimdi çoğu insandan daha çok olgunluk ve anlayışa sahip. Çok güçlü ve güvenilir. Elbette doktoruna, hemşiresine ve annesine herşey için teşekkür ediyor ve onlar da Caroline’nin sabır ve cesaretinin onların kendisine yardım etmelerini sağladığını söylüyorlar. Onu görünceye kadar bekle. O…”
Bu sırada kapı çaldı ve üst kattaki camlardan birinden dışarı bakan ev sahibemin annesi bize seslendi. Onun sözlerini asla unutmayacağım. “Kızım kapıya bak. Gelen Caroline’nin kardeşi” dedi.
“Ev sahibem bana baktı ve güldü “Ne demiştim sana?” dedi…